Hozatli üç kiz kardesin inat öyküsü: Emek

Salı, 18 Ocak 2005
http://www.ucansupurge.org

“Hüsniye, Dilek ve Umut… Onlar susanlara inat yazıyorlar.” Tunceli’de “Emek” adlı gazeteyi çıkaran kızkardeşlerin öyküsünü Mesut Taşkın anlatıyor.

Hüsniye, Dilek ve Umut… Hozatlı üç kız kardeş. Kimsenin kolay kolay konuşmadığı Tunceli’de; değil konuşmak bunları yazıp yayınlayacak kadar cesur üç kız kardeş. Karakoyun Kardeşler, bir yıldan beri türlü zorluklarla baş ederek Emek isimli haftalık yerel bir gazete çıkarıyor. Umut gazetenin sahibi, Dilek Yazı İşleri Müdürü ve öğretmen Hüsniye ise yazarı. Ne bir partiye mensuplar ne de bir derneğe. Onlar susanlara inat yazıyorlar.

Gazetenin bir sivil toplum kuruluşuyla ilgili Anadolu’daki seminerleri öncesinde ilgili şehirleri tanıtan yazılar yazmak üzere çıkıyorum yola. Gazete benden haber, bense yolculuktan keyif ve bitmeyen merakıma haz verecek birkaç küçük ayrıntı umuyorum. Çok fazla zamanım olmadığını bildiğimden biraz sıkıntı duysam da, bir yolunu bulup Hakkari’ye, daha da olmadı Tunceli’ye gitmek geçiyor, aklımın bir köşesinden. Sabahın köründe iniyor uçak Ankara’ya, aktarmalı Elazığ’a gideceğim. Ama bir saatlik gecikmenin ardından, uçak iptal anonsu geliyor. Dönsem kim ne diyecek, ama olmaz sükunet içinde Malatya uçağına kestiriyorum bileti. Zaten burada da yapılacak işler var. Ertesi gün Malatya’dan Elazığ’a geçiyorum. Sabahtan yazı çizi işi tamam… Toplantı için Ankara ve İstanbul’dan ekip gelecek ya, onları bekliyorum. Telefonum çalıyor; arayan bizim gazeteden Canan, olumsuz hava koşulları sebebiyle uçakların ne Elazığ’a ne de Diyarbakır’a inemediğini toplantıların iptal edildiğini söylüyor.

Akşama kadar Elazığ’ın altını üstüne getiriyorum, Harput’a çıkıp şehri seyrediyor, Nail Paşa’daki bir eve yapılan polis baskınını izlemeyi de ihmal etmiyorum. Sonra beynimin bir tarafında saklayıp, merakımla beslediğim Hakkari veya Tunceli gezileriyle ilgili fikrimi dillendiriyorum. Elazığ DHA muhabiri Şahismail candan bir arkadaş. Hemen Tunceli’yi arıyor, hava ve yol durumu soruyor. Cevap, “Kar yağışlı, yollar kapalı. Yolda kalma ihtimali var”

Aman ne gam! Akşam kuruyorum saati, sabah 5’te ayaktayım. Bir fotoğraf makinamı alıp yanıma düşüyorum yola. Mazgirt yakınlarına kadar yolda kardan iz yok, erimiş gitmiş. Ne zaman ki, yol büklüm büklüm Tunceli’ye dönüyor yollar karla kaplanıyor. Yolun kimi kuytu alanları, buzlarla kaplı. Araç, gürültüyle ilerliyor Tunceli’ye doğru. Sonra bir köprü başını geçiyor araç ve ve jandarmanın kimlik kontrolü… Tunceli il sınırındayız. Yola tekrar koyulurken araç ara sıra kaysa da şoförün umurunda değil, arka koltuklardan cılız sesler geliyor, “zincir taksa” diye.

Mazgirt’i geçiyoruz, baraj yoluyla değişen yol bizi bir bele doğru götürüyor. Şoförün ifadesiyle tatlı bir virajı dönüp, bir başkasına yöneliyoruz ki, araç yan bir şekilde yolun sağında kalıveriyor. İniyoruz araçtan, bir iki itme denemesi… Faydasız olduğu anlaşılınca, şoför aşağıya salıyor arabayı ve oradakilerin ifadesiyle ‘kaptırıp’ geliyor. Yokuşu bir çıkıyor ki akıllara zarar. Aracın içinde olmadığıma seviniyorum, bir kilometre aracın peşinden yürüyüp biniyoruz ve 20 dakika daha buzlu yollarda ilerleyip Tunceli’ye varıyoruz. Şehrin girişinde özel harekat timleri dikkat çekiyor.

Uzun Mehmet diye bir adam

Başlıyorum sokakları dolaşmaya; Saçakların altından geçerken iri cüssesine nazire yaparcasına nazik bir sesle beni beni uyaran babayiğit bir adam “Oğlum aman kenardan yürü. Kar zannetme içinde buz var. Allah korusun” diyor. Bu uyarının ardından teşekkür edip Munzur’u seyre gidiyorum. Dönüşte yolum aynı yerden geçiyor ve yine karşılaşıyoruz Uzun Mehmet’le. Saçaklardan düşen buzları gösteriyor göz göze geldiğimizde. Sonra, rahatsız etmemek için elinden gelen azami gayreti göstererek, “Bir çay içmez misin” diye çaya davet ediyor. Kırmak mümkün mü? Davete icabet ediyor ve Uzun Mehmet’in işlettiği kahvehaneye gidiyoruz.

Tunceli’ye özgü Varvara isimli folklör oyununun halaybaşısı Uzun Mehmet’le tanışıyoruz. Uzun Mehmet namıyla bilinen Mehmet Yıldız 2.02 metre boyunda, pala bıyığı yüzünün çoğunu kaplayarak kulaklarına kadar uzanan, 62 yaşında doğma büyüme bir Tuncelili. Sözünün başı sevgi, ortası sevgi, sonu sevgi Uzun Mehmet’in. Tek derdi var Tuncelisi daha iyi anlatılsın, tanınsın. Kahvehane dediysem, genç erkek ve kızların da bulunduğu bir sohbet evi aslında. Sohbet daha çay gelmeden başlıyor ve çaylar bittiğinde muhabbete dönüşüyor…

Ancak Anadolu’da rastlanacak türden bir konukseverlikle yapılan yemek ikramları… Ardından alıyor beni Uzun Mehmet ve Tunceli Engelliler Derneği’ne götürüyor. Hüsniye Öğretmen ile de burada tanışıyoruz.

30 yaşımda kendime verdiğim bir armağan

Üç Hozatlı kızkardeşin inadının öyküsü; Emek Gazetesi. Çoğu insanın konuşmaya bile çekindiği bu ilde yerel bir gazete çıkarmak, yörenin ifadesiyle “Zemheride yalın ayak Munzur’a yürümek” gibi birşey. Problemin çok, yazılabileceklerin ise sınırlı olduğu bu diyarda üç kardeşin ‘kız başlarına’ yaptıkları bu iş, inat ve azmin somut bir örneği aslında. Gazetenin esin kaynağı öğretmen abla Hüsniye Karakoyun… Fransız filolojisi mezunu 30 yaşındaki Hüsniye Öğretmen kardeşlerini okutabilme yüküyle kendi deyimiyle “yaşamı ertelerken”, bugün sınıf öğretmeni olduğu Tunceli’de gazete çıkarmayı büyük bir mutluluk sayıyor. 2004’ün Şubat ayında gazeteyi çıkarmaya başladıklarını belirten Hüsniye Karakoyun, haftalık çıkardıkları Emek’in inat ve azim olduğu kadar bir sevgi hediyesi olduğundan söz ediyor. Hüsniye Öğretmen, ertelediği yaşamında kendisinen sunduğu bir 30 yaş armağanı olarak görüyor gazeteyi.

Başlangıçta, Tunceli’deki herkesin “Asla başaramazlar” diye baktığı bu ağır işi başarıyla sürdürdüklerini ifade eden Hüsniye Öğretmen mütevazı bir gurur içinde sadece “Başardık!” demekle yetiniyor. İşin başında gazeteyi bastıracak matbaa bulamadıkları için her hafta Elazığ’a gitmek zorunda kalmış Karakoyun Kardeşler. Bir ara maddi sıkıntıları yüzünden birkaç ay ara bile vermişler. Ama durmamışlar, parayı bulunca kaldıkları yerden yeniden yola koyulmuşlar. Bugün de zorluklar bitmiş değil aslında. Ama eski bir yerel yöneticinin desteği ile alınan matbaa makinesi Elazığ’a gidip gelmekten kurtarmış Emek Gazetesi’nin emekçilerini.

Gazetenin adı hep sorun olmuş, ama…

Gazetenin adını kimin koyduğunu soruyorum Hüsniye Öğretmen’e. “Benim” diyor. Sonra başlıyor kuruluşundan itibaren hep başlarına dert açan Emek Gazetesi’nin adının hikayesine; “Okul yıllarında şiir yazıyordum. Sadece yakın arkadaşlara, dost meclislerinde okuyordum bazen… Bir arkadaşım beğenip okumak için istemişti. Ben de vermiştim doğal olarak. Aradan epey zaman geçti. Bir gün bir dergide şiirimi gördüm. Altında arkadaşımın imzası vardı. Hiçbir şey söyleyemedim, ama yüreğime dert oldu. Öğretmenliğim sırasında da birçok defa haksızlığa uğradım. Çok hakkım yendi, emeğim çalındı. Bu yüzden gazetenin adını Emek diye belirledik. Aslında ilk zamanlar siyasetle ilişkilendirdiler, ama zaman içinde böyle bir ilişki olmadığı anlaşıldı. Bugün bizi herkes tanıyor. Ben sadece köşe yazıyorum. Dergiyle organik hiçbir bağımda yok. Sadece Tunceli’deki yaşayanlara karşı sorumluluklarımı yerine getiriyorum.”

Gazetecilik zor iş, hele Tunceli’de

Munzur ve Pülümür çaylarının vuslatına şahitlik eden Tunceli’de birkaç yerel gazete daha olduğunu ifade eden Hüsniye Karakoyun, gazetenin tirajının 500 ile 1000 arasında değiştiğini ifade ederek, “Paramız olursa 1000 tane bastırıyoruz, olmadığı zaman daha az. Yani burada tiraj, okuyucunun parasına olduğu kadar bizim paramıza da bağlı” diyor.

3 milyarlık ceza belimizi büktü

Tunceli’de gazete çıkarmanın her babayiğidin harcı olmadığını vurgulayarak tekrar ediyor Hüsniye Karakoyun, “Malum, yerel gazetelerin en büyük mali desteklerinden biri de 3 ayın sonunda Basın İlan Kurumu’ndan resmi ilanlar almaktır. Ama bu süreç ne yazık ki, şehrimizde Basın İlan Kurumu olmadığı ve ilgili işlemleri Valilik kanalı ile yaptığımız için çok daha uzun sürdü. Ardından yaz ayı ortalarında değişen Basın Kanunu’nda beyanname vermeyi atlamışız diye 3 milyarlık ceza. Taksitlendirdildi borç, ama doğrusu bu ceza belimizi kırmadıysa da büktü” diye konuşuyor.

Munzur’un suyu gibi insanı da berrak

Tunceli’nin ayak ucunda sevgilisi Pülümür suyu ile buluşan Munzur berrak mı berrak akıyor. Güneşin erittiği kar sularıyla gücüne güç katan Munzur buluşma noktasına koşarken, değme kaynak suyuna taş çıkartacak berraklığıyla göz kamaştırıyor. Yanıma yaklaşan biri anlıyor yabancı olduğumu ve şunları söylüyor: “Tuncelili bu Munzur’un suyu gibi temiz ve berraktır”

Hava açıyor, güneş vuruyor Munzur’a ve sanki bahar geliyor Tunceli’ye ben şehre ısınıyorum, şehir de bana sanki. Munzur’u seyrederken yanımdaki birine ne kadar güzel olduğunu söylüyorum. Adam yüzüme bakıp; “Hele yazın gel ki göresin güzelliği. Bu beyaz örtüsünü çıkarıp yüzünü bir gösterse o zaman hayran kalırsın” diyor.

Tunceli’de hemen herkes Ovacık ilçesinden, oranın güzelliğinden dem vuruyor. Öylesine güzelmiş ki anlata anlata bitiremiyorlar. Ovacık… Ovacık ruhumdaki bahane mutlaka yeniden gideceğim Tunceli’ye.

Unutmadım, ilk fırsatta eminim ki yolum düşecek Hakkari’ye. (MT,UY)

Leave a comment