BİTMİYEN PAYLAŞIM ve SÜREN DAVALAR

Ö.Akar Munzur >>>

Gittikçe insansızlaşan Dersim ilinin Mazgirt ilçede yaşıyan P aşiretinin topraklarına bir ağustos ayını sıcak yaz akşamı öğleden sonra, kısa boylu,hafiften şişman,yaklaşık otuz yaşlarında genç bir memur geldi.Tapu kadastrodan görevli memurun gelmesiyle , ha bu yıl ,ha gelecek yıl durmadan ertelenen ve varsayıma dayanan söylentilerde, nihayet böylece son bulmuş oldu.Göç edip değişik il ve ülkelere dağılan arazi sahipleride haberi alır almaz geldiler..Herkesin birbiriyle kavgalı ve küskün olduğu bir dönemde tapu kadastro çalışmaların başlaması tesadüf bir durum değildi.İnsanlar ufak bahaneler bularak birbirleriyle kavga ediyorlar,yılların birbirlerini görememenin getirdiği, yabacılaşmadan kaynaklanan çatışmalara sahne oluyordu.Özlemin getirdiği iyiniyet duygularıda kaybolup gitmişti. 
Senedir ekilmiyen ve geniş bir alanı kapsıyan arazinin sahipleri olan P aşiretinin arasındaki çelişkiyide ustaca kullanmasını bilen kadastro memuru, bu araziyi hazineye yazdırmak için çeşitli ayak oyunların a başvuruyor ama hiçhimsede bunun farkında degildi.Oyunu ustası olmuş bu memurla zavallı köylülerin bu oyunda zaferle çıkması hemen hemen imkansız görünüyordu.Zaten köylüler arasında hiçbir birlik yoktu.Zorunla göçle birlikte parçalanan aile bağları,dağılan yuvalar,yok olmaya yüz tutmuş kültürel degerler,açlık ve yoksulluk sorunlarıyla boğuşup kalan bu insanların hangi ruhhallerine dayanarak aralarında bozulan birliği sağlıyabilirlerdi ki!Eskiden Pir ve Müriştlerin aracılığıyla aralarındaki sorun çözülürken şimdi ise, yıllarını alan ağır mahkeme masraflarıyla birlikte sürüncemelere bıkmış yerini.Sank insanlar eskiyi arar olmuş. 
Nihayet T köyünde seçilen altı kişilik birkişilerle çalışmaya başladı,gelen İmam adındaki memur.Seçilen bu altı bilirkişiden ikisi ilerlemiş yaşlarından dolayı hafızalara pek yerinde degildi.Konuştukları birşeyi ,arada iki dakika geçtikten sonra red edip, tersini söylüyorlardı.Hakimin huzurunda doğru söylüyeceklerine dair ettikleri ağır yeminler ,onları tam bir çıkmaz içine sokmuştu.Çıkarlarıyla,doğru sözlerin arasında sıkışıp kalmışlar.Vicdanlarına yenik düşmüş gibiydiler.Hiç alışık olmadıkları bir durumla karşı karşıyaydılar.Birinci bilirkişi,sahip olduğu arazi yerini pek bilmiyordu.Ama geçmiişin kendisine verdiği otoriter kişilik şimdi ‘’moraba’’ dediği insanların üzerinde pek etkili olmaması onu iyice aciz duruma sokmuştu.Fırsatını buldukça saldırmak ister gibi davranışlarda bulunuyor ama arazisine sahip çıkıp adına tapulumaki için bu insanlara ihtiyaç duyduğunu hatırladıkça ne yapacağını bilemiyor, hıncını üst üste yaktığı sigaradan almaya çalışıyor. 
‘’Ah! Bunlarıda mı görecektim.Hele şu zibidilere bakın.Eskiden olsaydı böyle konuşurlar mıydı?’’Cerxe na düna,kime ne zaman döneceği belli olmuyor demek ki!’’ 
İkinci bilirkiş ise, eline geçirdiği yetkileri kullanarak bir kaç tarla daha üzerinde tapulamaktan başkada pek bir beklentisi yoktu.Uzun yıllar birinci bilirkişi olan İsmail’e morabalık yapmış.Şimdi’de onun her sözüne muhalef etmekten zevk alırmış gibi tavırlar sergiliyerek çıkarlarını korumaya çalışıyor.İkide bir yay gibi sallanan bünyesini İsmail’e doğru uzatarak, 
’’Bana birşey vermezsen tarlaların yerini göstermem sana’’ 
‘’Ettiğin yemin ne olacak?’’ 
‘’Canım onlar orda kaldı.Şimdi sende burda herşeye doğru konuşacak mısın?Bunca arazi nasıl senin oldu,bunda hiçmi bir haksızlık yok’’ 
‘’Sen ne diyorsun öyle? Başka yerden geldin ,ekmeğimizle büyüdün.Şimdide karının doydurduk diye mi böyle yapıyorsun?’’ 
Aralarında yılların birikmiş öfkesi ,şimdi patlamış ,durmadan tartışıyorlardı. 
Üçüncü bilirkişi ise, akıl hastenesinde tedaviye muhtaç bir insan konumundaydı.Yırtık beyaz bir gömlek,düğmeleri kopuk,göbeğin yarısı açık bir vaziyette duruyordu üstünde.Gri renk pantolun,şişmiş göbeginin üzerinde yerleşmeyince,kıçından aşağı doğru kayarak,yerden sürükler gibi ,dolaşıyordu ortalıkta.Elinde bir orak durmadan havaya kaldırarak,yüksek seslende nara atarak, 
‘’Devrim başlamıştır,kimse engelliyemez’’ 
Dördüncü kişi ise, içkiye olan bağımlılıktan dolayı tam uyur gezer bir tipti.Aklında akşamları nerde ve nasıl bedava içki içeceği dışında fazla birşey düşündüğü yoktu.Askerden yediği sayısız dayağı yenmek ve hatırlamamak içindir belkide, kendini içkiye vermiş.Sersem gibiydi.Bazen kafese konulmuş bir aslan gibi kükresede yerinden, sonra birden susar,pişmanlık duyar gibi çekip gider.Aciz bir kişiliğin tüm belirtileri hakimdi bünyesinde.Biri tahrik etse, intihar etmeyede meyilliydi ve bunu çekinmeden yapacak bir görüntü uyandırıyordu insanda. 
 Beşinci kişi ise, dersimin dört bir yanına dağılmış Kureyşan aşiretine mensuptu.Dili ,ağzında bir bilya gibi dolanarak için kelimelerin çoğunu yutarak konuşur.Ne konuştuğu pek anlaşılmasada,konuşmasına eşlik eden el hareketleriyle ne demek isteğini insan tahmin eder.Geçimini duvar ustalığını yaparak sağlar.İlerlemiş yaşın rağmen çocukluğundan kalma özellikleri daha üstünde atamamış.Çocuklarla sohbet etmeyi sever.Onlarla şakalaşır,oyun oynar.Karşılaştığı her çocuğa ‘’anan nasıl’’der.’’baban onu seviyor mu,gerçekten?’’ Tapu kadastro çalışmalarında onu bilirkişi yapmalarında hiç memnun değildi.’’Çektiğim günahlar yetmiyormui gibi bu kezde başkaların günahını getirip üstüme yıkıyorlar.Yani anlıyacağınız beni bu dünyada boş göndermiyecekler.Bir sürü günahı daha sırtıma yükleyip öyle gönderecekler’’ 
Görevli Memur’un aradabir takılarak ‘’bu tarla kimin?’’diye sorduğunda ‘’anana sor,bana niye soruyorsun.’’ 
Altıncı ve son bilirkişi ise, gittiği İnsanbul ‘un ilinde karısının dırdırında kaçıp köye sığınan ve bir mülteci gibi yaşıyan İhsan adında biriydi.Köyde seçecek altıncı bilirkişiyi bulamayınca zorlan adını yazdırmışlar.Oda bol içki tüketirdi.Bacaklarında içkiden ileri geldiği söylenen varis hastalığına benzer simsiyah lekeler vardı.Nasıl geçindiği meçuldu.Hatta devlete gizli ajanlık yaparak geçimini sağladığını söylentileri çıktı.Söylentilere kulaklarını tıkadı.Muhatap bile olmadı.’’Karıma eyvallah demedim,devlete mi diyeceğim’’diyordu.Herkes onu severdi.Kimin kapısnı çalsa verecek bir parça ekmeği vardı.Geçim şartlarını zorluğun rağmen, bu bölgede hiçkimsede aç kalmazdı.Gönüllerinde duran misafirperverlik ruhu ,bunca baskılara rağmen yokolmamış. 
Bir yılan kırvaklığına benzer derin dağ vadilerini takip ederek gidilen,gördüğünde, ‘’ipek bir halıya benziyen’’ bu cennet gibi topraklarda , uzayıp giden ve ovayı ikiye bölen bir çaya raslarsınız.Çayı takip ederek akıp giden suyun kenarında renga renk çiçek ve ağaç türleri,orman ve yeşil güzellikler arasında, kaybolup gider insan.Ovanın bittiği yerde tekrar dar bir boğazı takip ederek,bir başka şehre komşuluk eden gizemli bir dağ silsilesine yine çıkar karşına.Heybetli duruşuyla korku verir insana.Oysa nice dara düşenlere mesken olmuş ve onlara kucak açıp saklamış bu dağlar, şimdi insansız yaşamanın acılarıyla, hüzünle bakar insana.Kendisine her sığınanların akibetleri hakkında,anılarda kalan zulmün dışında fazla bir bilği vermiyen bu topraklarda, -sanki hiçbirşey yaşanmamış gibi -yokolup gitmiş.Anlatılan son rivayetlere göre, zengin maden yatakları barındırıyor bu dağlar içinde.Alıp işletmek ve çevreyi yoketmek istiyenlere fırsat doğmuş.Ne birilerin buna karşı çıkacak güçleri kalmış, nede yaşama dair belirtiler var.Burayı terk edip gidenleri bir daha geri gelmeleride meçul.Çünkü bu topraklar üzerinde gördükleri zulüm onları çok korkutmuş.Zaten buralara sığınmacı olarak geldiler ama gönüllü terk etmeyince ‘’teröristler’’barındırılıyor diye en şiddetli baskılara maruz kalarak,evleri yakılarak göçe zorlandılar.Şimdi’de geride bıraktıkları arazilere elkoymak için devlet seferber olmuş. 
Çalışmalarını köyler arası sınır olan bölgeden başlayıp,ölçme aletini yerde kuran İmam, çevresinde toplananları tek tek süzgeçten geçirdi.Yerli Memur arkadaşlarının aracılığıyla yöre halkı hakkında topladığı bilğiler,yapmak istediği plana uygun,ağırbaşlı,gayet sakin tavırlarla ama bir o kadar sinsice,tıpkı bir kurt gibi,daldı insanların arasına.O anda herkes, sanki sürüye dönmüş, başında kendilerini otlatmaya götürecek bir çobana ihtiyaç duyar gibi baktılar ona. 
Herşeye muhalafet,herşeye şüpheyle bakan Şıho,ötmeye hazır bir horoz gibi,başını yukarı kaldırıp tepeden bakar gibi’’ Yahu nerden çıktın? Kim var ki burda,kiminle çalışacaksın? Bizde bu işin içinde çıkacak bilğili akllı insanda kalmadı.Bende biraz var,bir avukat gibi hukuktanda anlarım ama kim dinler ki beni.Şimdi nereye varacak bu işin sonu.Ah! rahmetli M sağ olsandı bu iş tamamdı.İçiminizde akıllı bir o vardı’’ 
İmam ‘’ Ne iş yapardı? 
‘’ Yahu onu tanımıyan mı vardı?Herşeyde’de anlardı .Zamanın Başbakanı Ecevit bile ona hayran olmuştu.Rahmetli İsmet İnönüyle çekiilmiş resimleri bile vardı.Ben gördüm.’’ 
Son sözlerini kendi ana diliyle’’ Peyniya ma amı’’ ama kimse işitmedi. 
Yanında duran M,’nin oğluna bakarak, 
‘’Rahmetli babasının kokusu var üzerinde ama yerini alır mı bilmem’’ 
Uzaktan Bilirkişilik yapan Deli H’nin sesi geldi. 
‘’Devrim süreci başlamıştır.Bu bir toprak devrimindir,bilmiyen varsa bilsin’’ 
Herkes onun yaptığı konuşmaların birer gizli hayranlarımış gibi hiç ses çıkarmadılar. Süleyman, bilirkişi seçildikten sonra hareketlerinde değişikliği ,onu tanıyan herkes fark etti.Dört köye ait olan ovadaki arazinin tek sahibiymiş gib hergün evin çardağına çıkıp, uzun uzun gözleri yoruluncaya kadar bakıp duruyordu.Başladı kendi kendisiyle konuşmaya.‘‘Kocaman arazide bana birşey vermiyeceklermiş.Görürler gününü,nasıl alacağım..Ne dedi memur, yeterki sen bana he de, gerisine karışma her yeri tapularım. Demek ki herşey elimde ve benim vereceğim karar bağlı.Vay be! Rahmetli P, sağolsaydı bile ağzıma bakacaktı.Yalvaracaktı bana.Bundan daha iyi fırsat bir daha hayattta elime geçmez.Yıllardır bizi kullandılar.Elli yıl oldu,yüz yıl oldu yinede bize bir karış toprak bile vermediler.Sıkıştırdılar bizi daracık küçük evlere ,bir bahçe yerini bile bize laik görmediler.Şimdi görürler gününü,ağalık neymiş göstereceğim onlara.‘‘Konuşmasını bitirip eve girince,karısı ondan başgösteren davranışlardan korkuyordu.Eşinin aklını yitirdiğinden endişe ediyordu.Konuşurken heyecandan her tarafı titriyen eşine acıyarak bakıyordu.Acaba sıtmaya mı , yoksa daha değişik bir hastalığa mı yakalandı?.Ne yapacağını bilemiyordu.Ama en büyük olasık yaşlılığın verdiği bunalıma karar kıldı.Bu biraz rahatlattı onu.Onun mülke bu kadar olan düşkün olduğuna ilkez tanık oluyor.Mülk sahiplerine olan düşmanlığınada bir anlam veremiyordu.Hatta bir sabah,güneş evin penceresinden girerek ,önlerinde duran sofralara vurduğunda,başını kaldırıp eşinin suratına bakarak, 
‘‘Qurbana xu biçim deyi na hösüleyla ser serim‘‘ (Kurbanımız alıp,hösüleylaya doğru gidelim) 
‘‘Ca sebiyo sona hösüleyla?‘‘ (Ne oldu ,neden gidiyorsun hösüleylaya?) 
‘‘Zere mıra heni ama.Hele fınde Heq mare savano?‘‘ (İçimden öyle geldi.Hele bir bakalım tanrı bize ne diyecek?) 
‘‘Heq tore savacıre,her çi ma derturo.Ez savano a bena.(Tanrı ne diyecek ki,herşey elimizde.Ben ne dersem o olur.‘‘ 
Onunla artık fazla tartışmak istemiyordu.Delirdiğine emin oldu. 
Eve telefon açıp görüştüğü çocuklarına‘‘ Oğlum babanızın durumu kötü,çıldırmış.Allah bile dil uzatıyor.Ne yapacağımı bilemiyorum‘‘ 
Ama ne yaptıysa hiçkimseyi ikna edemedi eşinin çıldırdığına.Elinde son kozu olan boşanma tehditini savurdu. 
‘‘Bu yaştan sonra…Kimin delirdiği belli oluyor.Mıra dür su cenke (Benden uzak dur hanım) 
Süleymanın evi içine eşini bile kendisine düşman eden tapu kadastro çalışmaları dört köyüde fıçı kazanı gibi kaynatarak,yıllarca kurulan dostlukları bozmaya başladı.Bir karış toprak için kardeş kardeşiyle tartışıyor,ekilmiyen ve hiçbir gelir getirmiyen bu arazi, şimdi altun mücevher gibi herkesin gözünde biranda kıymetli olmayı başladı.Nice aşiretler bu topraklara gözünü diktiler.Nice seferler düzenlendilersede , elinde bu toprakları almadılar.Komşu aşiretlerlen mahkemelik oldular.Mahkeme masraflarını karşılama için kimi evde geçimini sağlıyan hayvanlarını sattılar,bu yüzden aç kaldılar kimide, yordan,döşeklerini satarak parayı vermeye çalıştılar.Bu ovadaki araziye alkoymak amacıyla toplanan 12 aşirete meydan okuyarak,sıktığı tek kurşunla ellerinden almayı başaran Yeli Viç’nin yaptıkları gelmedi kimsenin aklına.Oysa hep onun yaptıklarıyla övünürlerdi.Mahkeme salonlarında,soğuktan titriyerek,yaptığı savunmalarla Avukatları bile şaşkına çeviren M yaptıklarıda o anda kimsenin aklına gelmedi.Herkes bu yarışta ne kopracağının hesabı dışında fazla birşey düşünmüğü yoktu. Dört köyün sınırlarını belirlemek amacıyla başlıyan çalışma, yerini çatışmalara bıraktı.Şu ana kadar aralarında hiç böyle sınır tartışması olmamıştı.Dört köyde sınırları kardeş gibi bölüşerek,birilkte yaşıyorlardı. 
*** 
Bakışlarında insanı alaya alır gibi bakan,yaratılışında şeytanı özellikleri alnında yapışkan gibi duran, 
maymuna özenerek omuzların üstüne konulan başını sallıyarak,boş bir tenekeden çıkan ses gibi , 
‘’Dedelermizin verdiği 40 altun var.O ne olacak?’’dedi Cafer. 
İsmail , 
‘’Kime verilmiş,niçin verilmiş? O da nerden çıktı?’’ 
‘’Paylaşmak istediğiniz bu ovadaki yazı için verilmiş’’ 
Görevli memur duymasın diye konuşmasını anadiliyle devam etti İsmail, 
‘’Ez qerbıri daha nöye heşiyo pı na xebere’’ (Sağır olayım kı bunuda daha yeni duyuyorum) 
Amcasının oğlu olan Cafer’in sözlerine güldü Veli. 
‘’Kendileri bulup yiyememişler ki başkalarına nasıl versinler.Olmuşsada yiyenlere helal olsun. Nedense bu 40 altun hikayesine aklım bir türlü ermiyor.Bunun ispatıda bence çok zor’’ 
İsmail, 
‘’Hım, qurbanı feki tobi.Xebere rındıre kamo savacıre’’ (Ağzına kurban olayım.Güzel söze kim ne diyecek ki) 
Cafer vazgeçmedi,40 altun hikayesinden.Zorlanda olsa 40 dönüm arazi kendisi vereceği sözü aldıktan sonra rahatladı. 
Havada nemli bir sis kokusu, gökyüzünde dolaşan bulutlarla bileşerek,yerini boğucu bir havaya bıraktı.Sonra birden bire bir fırtına koptu,bulutları önüne katarak,geçit vermez derin dağ vadilerinden doğru alıp götürdü ve tekrar gökyüzü yeni gelinlik giyen bir kız yüzü gibi parlamaya başladı. 
Akşamları ,lekesiz gökyüzünde duran ay,-tıpkı sabah güneşi gibi- aydınlatarak vurur insanın suratına.Ardında hafif bir rüzgar eser, temiz havaylan birlikte , diner yürekdeki acılar. Sonra koyu bir muhabbet arzular insan.Bu tür günleri nasıl degerlendireceğini iyi bilen Mahmut, uzanmış eşiyle birlikte sanki gökte duran yıldızları sayar gibi, bakıp duruyor. Yalvarıyor eşine içkiyi yasaklamış doktorun uyarısına rağmen.Ya para ver yada gidip bir yerlerde bir yudumlukta olsa içki alayım. 
Karısının inatçı bir kişiliği var ama aynı zamanda çok duygusaldır.Eşini çok sevdiğinde olsa gerek diretiyor ‘’ne para verrim sana ,neden içki, sen bu ikisinide unut’’ 
‘’Şu senin öküz kafalı abeyin var ya, babandan kalma mirasından bize zırnık bile vermiyecek.Ben diyorum, sende gör.Anlattıklarına göre,allahtan izin almış hepsini kendisiyle beraber öbür dünyaya götürecekmiş.’’ 
‘’Sen kendine bak!.Baksana içki ne hale getirdi seni.Ölsen bile bir karış yerin yok’’ 
‘’Bana bu dünyada bir mezar yeri lazım onuda, nerde olsa orda bulurum.Belediye mezarlıkları ne güne duruyor.’’ 
‘’Bir dikili ağacın bile yok şu dünyada’’ 
‘’Dikenler ne yaptı ki,hepsini kuruttular.Malı olan derdi olur demişler.İstanbulda bir daire aldık,yaşlandığımızda gider oturruz diye.Sonra gideceğimiz zamana kadarda boş kalmasın diye kiraya verdik.Hatırlıyorsun.Neler geldi başımıza, sende biliyorsun.Ere bı hana çıştamıde royse.Zere mı tore zaf zandano.(Hele gelde sokul yanıma,içim yanıyor sana’’ 
‘’Serba mı ne serba reki zandano,zere tu’’ (İçin bana değil ,rakıya yanıyor) 
‘’Senin ya dilinde yada yüreğinde iman kalmamış.’’ 
‘’Biraz cilve yapayımda kıymetimi bilesin’’ 
Köyün altındaki çimenliklere, çevrede biri görür korkusunu taşımadan, ikisi birden uzanıverdiler. Yanıbaşlarında gürül gürül çeşme suyu akıyordu.Kiraz gibi eşinin dudaklarına sarıldı,mahmut.Ellerini bir ressamın fırçası gibi, eşinin vucudunda gezdirip ,ayışığyla birlikte gömüldüler toprağın üstüne.Kendi çıkardıkları sesten başka hiçbir ses yoktu çevrelerinde.Bir köpek gezindi.Olanları uzaktan seyrediyordu.Yabancılar değiller,diye havlanıp rahatsız etmek istemedi.Kuyruğunu neşeyle sallıyarak, çekip gitti. 
Mahmut’un gögsüne koydu,başını Gülnaz..Mahmut,Bir çocuğu sever gibi okşudı saçları, Gülnazın.Sazın tellerinde çıkan ses gibi,dinliyordu gece, Mahmut’la Gülnaz’ın sohbetlerini. 
‘’Bir çocuğumuz olsun’’dedi Mahmut. 
‘ ‘Zura ’’ dedi Gülnaz,inanmadı. (Yalan) 
‘’Na peda dı sultan meleğa,peyni ya adı hösüleyla ya.Karşımadı Munzur baba yo.Na hat cebiya madı heyder baba yo.Serba terinon dı ez sondi bori ki tora lac wazon’’ (Arkamızda sultan melek,onun arkasındakide hösüleyla,karşımızda da munzurbaba ve solumuzda heyderbaba.Hepsini adına yemin ederim ki sende çocuk ,istiyorum’’dedi Mahmut. 
Şaşırdı Gülnaz.Yutkundu.Nefer alırken ,boğazı tıkandı.Boğulur gibi oldu.Sonra birden karmaşık duygularla, 
‘’Çocuğumuz akıllı olacak mı?’’ dedi,sustu. 
……………………………………………… 
‘’Çocuğumuz nerde ve nasıl büyüyecek’’dedi,düşündü. 
……………………………………………… 
‘’Babası işsiz kalacak mı?’’dedi,üzüldü. 
‘’Çocuğumuz savaşa gönderecekler mi?Çocuğumuza kıyan eller olacak mı’’ dedi ve ağladı. 

Bir tavşan gibi korkak ve ürkerek baktı Mahmuda.Her konuda tuhaf düşünceler ortaya atarak günlerce üzerinde düşünmek bir hastalık haline geldi,Gülnaz’da. 

Leave a comment